Photography is about capturing souls, not smiles.
Herşeyin görülecek bir kötü tarafı varmış, insan bunları kendinden saklarmış. Herşeyden vazgeçmek mümkünmüş amma, zor olan vazgeçmeyi istemekmiş.
İnsan kendi mutluluğundan yüzde yüz mü alıyor ? Kaybedip bulmak, aslında kaybolmamış birşeyi kaybetmiş sanmak. Aslında hiç sahip olmadığın bir şansı elindeymiş sanmak, sahip olmadığını anlayınca üzülmek. Başkası için, adına, mutlu olmak. Herşey kendi adına aslında.
Anı ölümsüzleştirmek diyorlardı, insan kaç anı ölümsüzleştirebilir, sihirli makina mıydı anları ölümsüz yapan ? Ölümsüz olması ne işe yarar ki, anı ölümsüzleştirmek isterken, anı yaşamayı unutuyorlardı bazen. Aslında her anı ölümsüz yapmak lazım, unutulursa, yaşanmamış gibi mi olur, bazı şeyleri keşke yaşamasaydım derler, bence herşey yaşanmalı.
Ortak mutluluklardan ziyade, ortak acılar insanları yakınlaştırıyordu. Yani acıyı paylaşmak. Zaten mutluluğu paylaşamazsın ki, herkes alacağını alır, kimi yüzde yüz alır. Mutluluk bölünmez çarpılır paylaşınca, ama kendininki artmaz, önce çarpılır sonra bölünür paylaşıma, bileşik kesirdir. Acılar ise daha bir bölünür genelde, önce çarpılır sonra bölünür ama payı paydasından küçüktür, basit bir kesirdir, fakat hayatın matematiğinden anlamayanlar için hiç de basit değildir bu iş. Kesirler herkese eşit dağıtılır demiyorum, sadece paylaşıma açılınca biri artar biri azalır. Mutluluk artarken, acılar azalıyor gibiydi paylaşımda. Tabi ki herkes kendi kurallarını kendi koyacaktı. Anı ölümsüzleştirdikçe paylaşımlar da hatırlanıyordu. Bazı anlar ölümsüzleştirilmek istenirken dondurulma kavramına karışıyordu. Yıllar sonra donuk bakışlarla tekrar anılan anlar. Bir müddet ölümsüz gözükse de sonradan dondurulma olduğu anlaşılabilirdi. Sonuçta kimsenin suçu değildi ki bu.